ein Bild


ANASAYFA YAP

 
FAVORİLERE EKLE

 
ZİYARETÇİ DEFTERİ


   
 
  ARDINDA_5
 

Mithat Cemal KUNTAY Anlatıyor;

İnanan Adam
 Akif'in kuru hayatında maddî tek bir tat yoktu. Karakterinin katılığı ile hayatının kuruluğu birleşti; her hazdan mahrumiyeti, bu dünyevî çıplaklık onu mermerleştirdi; heykel adam dininin ve vatanının huzurunda, donmuş bir dalganın vecdi içinde, kaskatı yaşadı, öldü: Vatan ve din imanı.
 Bütün büyük duygular gibi bu iki iman cinnetti. Bunda hesap, mantık, zekâ yoktu. Bu, makul değildi; güzeldi. Çünkü imandı.

 Akif terennümün değil, çığlığın virtüozudur.
 Bayrağı için ölen adamın yüreğindeki cemiyet imanı gibi; yabancı bir erkekle bir kadının birleşmesini, nikâh mukavelesinin mistik kudreti içinde alenîleştiren, güzelleştiren maşer imanı gibi Akif'in imanı da, izah edilemediği için güzeldir. Basiretten bile daha güzel bir tek şey vardır: Büyük imanların körlüğü.


Geçmişe Yakınlığı
 Mazide oturur, mazide yatar kalkar, bir kelimeyle ve kendi tabiri ile mazide yaşar: Ben zaten mazide yaşar bir adam olduğum için eski aşinaları anmaya vesile ihtiyacından varesteyim.
 Gençken mazimiz yoktur. Fakat yaşlandıkça arkamızda bir mazi birikir ve bunu severiz. Akif, yaşı arttıkça, bu şahsî maziyi cemiyetin mazisi ile karıştırarak sevdi.


Vatan Kıskançlığı
 Evi bir seciye pehlivanı kadar çıplaktı. Vatanı o derece kendinindi ve o kadar güzeldi ki Çamlıca gibi yüksek bir noktadan memleketine bakınca gurur duyuyordu. Bu gururda hükümdar azameti ve milyoner hodkâmlığı vardı: Dekovillerini, fabrikalarını seyreden zenginin hodkâmlığı.
 (Fatin Efendiye misafir gelen bir Avrupalı, İcadiye tepesinden İstanbul'a bakarak hayran olduğu gün orada olan Akif sapsarı oluyordu.)


Tezatları
 Tezatları var: Hem yeise düşmandır hem de bedbin, meyus olmamayı ona din söyler; fakat hayat onu bedbin eder. Ve dinle hayat onda mücadele halindedir. Çalışırken yeise düşmez; fakat yaşarken fütur içindedir. O kadar ki talih kazara gülse, bunu bir istihza tebessümü gibi karşılar ve saadetine surat eder: Bir istihzanın karşısında gülünç olmaktan korkuyor gibi.


İki Yüzlülere
 İki yüzlülere garazdı. Fakat yaşı ilerledikçe:
 - İki yüzlüleri artık sever oldum; çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım, diyordu. Ve yaşlandıkça herkesten kaçıyordu. Daha yaşasaydı yalnız kalacaktı; cemiyetle karşı karşıya tek bîr adam.


Alçak Gönüllülüğü
 35 sene, onun yanından her çıkışımda, kendime hep bu sualleri sordum: Bu tevazu, kendi kendini inkâr etmek derecesine nasıl çıkıyordu? Mahrumiyetlerden yılmayan seciyesi ile kendisini nasıl kahraman sanmıyordu? Onu yakından tanıyanlar için her geçen gün nasıl onun lehine geçen bir gün oluyordu? Onun temizliği yanında insan kendi günahlarından muztarip olurken o, kendisinin sizden başka olduğunu nasıl görmüyordu? Ve bir sanat kadar güzel olan bu mahviyet, bir taraftan da, bir sanat kadar nasıl çirkin değildi?


Dostluğu
 Onda bütünlük vardı; histeri hâline gelen kininde de; evlâtlık, babalık, kardeşlik kuvvetini alan dostluğunda da bütünlük.
 Dostunu, sevmek kelimesinin noksansız mefhumu ile, seviyordu: Öldüğü zaman; düştüğü zaman; dünya aleyhine döndüğü zaman; yanında olmadığı vakit ve sevmeyenlerin yanında bulunsa bile.
 Dostunun aleyhinde bulunana karşı, bazen, onu müdafaa etmek faziletinden bile mahrum görünmeye katlanıyordu: Müdafaa edip de karşısındakini fazla aleyhtarlığa sevk etmesin diye.
 Menfaatinizi, ailenizi, sırrınızı, mukaddesatınızı ona emanet edebilirdiniz.


Şehirden Kaçışı
 Caddelerden, nutuklardan, düğünlerden, bir kelime ile, şehirden kaçan adamdı. Bir nevi tenhalığı vardı ki, bu inziva, bilmem nasıl anlatayım, kendi tahtelarzının karanlığında yaşaması demekti. Sokak hilekârdı, izdiham yalancıydı, şehir münafıktı. Onun arzu ettiği kadar temiz şehir ancak çöl olabilirdi. Sokakta bedbahttı. Her insanda şahsından bir parçasını bırakacakmış gibi evine kaçışı vardı.


Akif'in İstanbul'u
 Galata ve Beyoğlu... İşte Akif'in İstanbul'una dahil olmayan iki yer. Akif'in İstanbul'u Halic'in sırtındaki Sultan Selim Camii'nden başlar, Marmara'nın yanındaki Kazasker Feyzullah Efendi Camii'nde biter.

 Köprüden Sarıgüzel'deki evine giderken Akif beş caminin maneviyatında yürürdü: Yenicami'nin kudsiyetine dalarak Mercan yokuşunu çıkar, Bayezit ve Süleymanîye camilerinin iki kanadına bürünür. Şehzade Camii'nin nurunda uçar, Fatih Camii'nin şümulünde evine inerdi: Zaten Fatih Camii ve Akif'in evi birbirinin müştemilâtı idi; babası, namazdan sonra, ahbaplarıyla, caminin maksurelerinde görünürdü. Cami evin selâmlık dairesiydi, ev de caminin harem tarafı.

 Asrın demirinden ve dumanından kaçan Akif, minarelerin dibinde cücelikleri artan dükkânlara ve evlere bakmayarak bankasız, borsasız manevî bir İstanbul'da yürür, caddelerde kendi kendinden ibaret kalarak, programlı bir dalgınlıkla sokaklardan geçerdi; bu dalgınlık yalnız bir minareler hıyabanından geçtiğini zannetmek içindi: O kadar dalgın olacaktı ki bunlardan başka bir şey görmeyecekti.


Sükûtları
 Altı, yedi türlü sükûtu vardı Akif in.
 1) Bitmeyen sükût (Kendisine takdim edilen adamdan hazzetmemişse.)
 2) Hakaret olan sükût (İnandığı şeylere uymayan
 bir sözün karşısında.)
 3) Sevimli sükût (Bir eserinizi okuduğunuz zaman.)
 4) İbadetli sükût (Bir musiki parçasını dinlerken.)
 5) Zeki sükût (Bir şey anlattığınız vakit.)
 6) İstiskal eden sükût (Birini çekiştiriyorsanız.)
 7) Utanan sükût (Bilen bir tavırla bilmediğimiz şeyleri anlatıyorsak.)


Sade Adam
 Dünyaya gelmekte geç kalmış gibi mustarip bir yüzü vardı. Fakat bu ıstırabını hiçbir lütfün ve idbarın önünde gizlemedi. Bu mazi hicranını bir imanın sayhasındaki çıplaklıkla yüzünde taşıdı. Ancak bu, ne bir menfaatin vasıtası, ne de bir gururun davasıdır; Mehmet Akif, Mehmet Akif olduğunu bilmeyecek kadar sade adamdı.

Para
 Parayi bilmiyordu. (Bu mefhumu, sade. Umumî Harpte biraz heceledi; fakat sökemedi.) İnsanların, ekseriya çirkin oldukları para meselelerinde Akif çok güzeldi.

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol